“Yaşam İçin Enerji” Serüveninde Mimarlık: Milano Expo 2015 Fuarı

Zeynep Uludağ

http://www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=399&RecID=3750

Günlerce sürebilecek inanılmaz etkileyici ve ilham verici bir deneyim yaşatan Milano Expo Fuarı1 Mayıs 2015’te kapılarını ziyaretçilere açtı. 31 Ekim’e kadar devam edecek olan fuarın ana teması “Dünyayı Beslemek, Yaşam için Enerji” (Feeding the Planet, Energy for Life) olarak açıklandı. Bu tema ile gıda ve beslenme üstüne organize edilmiş en büyük etkinlik olarak anılan Expo, 145 civarında katılımcı ülkeye, birçok uluslararası organizasyona ve sivil toplum kuruluşuna evsahipliği yapıyor. Teması gereği disiplinlerarası alanlardan pek çok bilim insanının, araştırmacı ve sanatçının, insanlığın ve dünyanın / ekosistemin geleceği adına ortak çözümler, önlemler ve öneriler için biraraya geldiğini görüyoruz. Sergide, insanlığın ve gıdanın tarihine, geleceğin beslenme biçimlerine, sürdürülebilir gıda konularına, gıdanın üretim, tüketim ve yeniden dönüşüm konularına değinen farklı alt temalarda pavyonlar yer almakta. Ülke pavyonları belirledikleri tema çerçevesinde kendi kültür ve geleneklerini, özgün üretimlerini ve tüketim felsefelerini yansıtıyorlar.

Expo sergisi yadsınamaz önemiyle birlikte eleştirel bir değerlendirmeyi hak ediyor. Mimari tasarımlar farklı ve yeni söylemlerle deneysel ve ideolojik birer nesne olarak ülkeleri, firmaları ya da sivil toplum kuruluşlarını temsil ediyorlar. Her ülke için pavyonlar kendi gelenek ve kültürlerini yansıtmak dışında, entelektüel yorumlarını ve gelecek için önerilerini sergileyebilecekleri etkili bir ortam oluyor. Gıdanın ve beslenme biçimlerinin küresel üretim ve tüketim süreçlerinin dışında özgün bir söylemle temsil edildiği bazı pavyonlar başarılı bir şekilde ziyaretçileri düşünmeye sevk ediyor. Yani sadece farklı kültürlerin mutfaklarını tatmak ve eğlenmek için gelen ziyaretçileri ağırlamakla yetinmiyor, onlara farklı bir deneyim ve düşünme süreci sunuyorlar. Bu süreçte ekosistemin geleceği üzerine alınması gereken önlemler hakkında bilgilendirmeyi, tüketim alışkanlıklarını değiştirmek konusuna dikkat çekmeyi ve bu alandaki entelektüel birikimlerini paylaşmayı diğer bir deyişle farkındalık yaratmayı başarıyorlar.

Gelecek için önlemler, öneriler ve entelektüel birikimler sözkonusu olduğunda ise serginin değil sergilenme ve deneyimlenme biçiminin önemli olduğu ortaya çıkıyor. İşte bu noktada mimarinin çeşitli bilgi alanlarını nasıl buluşturduğu, bir deneyimlenme sürecini nasıl inşa ettiği ve bu özgürlük zemininde düşünceyi nasıl temsil ettiği önemli oluyor. Temsil edilen düşüncenin inşası yalnızca mimarinin değil, sanatın ve teknolojinin bir ürünü. Bu bağlamda teknoloji hem tasarım sürecinde hem de sergileme sürecinde başarılı pavyonları özgün kılan önemli ve etkin bir araç.

Fuarın vaziyet plan tasarımı İsviçreli mimarlar Jacques Herzog and Pierre de Meuron tarafından hazırlanmış. Ülke pavyonlarının bireysel bir şekilde adeta bir propaganda gibi kendi söylemlerini ortaya koyduğu geleneksel Expo fuar tipolojisinden, içeriğin ve bağlamın öne çıktığı, bütüncül ve uyumlu bir fuar alanı tasarımına gidildiği görülüyor. Fuarda, açık ve kapalı mekânlarda, ortak kamusal alanlarda ve servis alanlarında genel olarak oldukça işlevsel ve duyarlı bir peyzajın sürekliliği dikkat çekiyor. Doğal ve yapay peyzajın tüm fuar alanını örgütlerken, pavyonların dış mekânda önerdikleri etkinlik alanlarıyla da uyum içinde bütünleştiği görülüyor. Bu alanlar ziyaretçilere cazip birer dinlenme, yeme-içme ve serinleme olanağı sunuyorlar. Belli mesafelerde tekrar eden servis alanları da fuarın gezi rotasını daha da belirginleştiriyor.

Temsil gücü, mimari söylemi ve yaratıcı teknolojileriyle öne çıkan bu pavyonlarda ziyaretçiyi meraklı bir yolculuğa davet eden ve deneyimin farklı süreçlerinde hem farklı yaş gruplarına, hem de farklı kültür ve sosyal yapı gruplarına interaktif bir serginin sunulduğu görülüyor. Örneğin Expo’nun en etkili ve hatırda kalıcı pavyonlarından biri olan Birleşik Krallık Pavyonu tamamen İngiliz peyzajına özgün bir otlağın ortasında yer alan bir arı kovanı imgesini taşıyor. (Resim 1) Wolfgang Buttress ve ekibinin projesi olan ve arı kovanından ilham alınarak tasarlanmış olan bu kafes, arıların besin zincirindeki önemini vurgularken mimarlığı, sanat, teknoloji ve mühendislikle birlikte yeniden kurguluyor. Ortasında merkezî bir küre barındıran bu şeffaf kafes bir parmaktan daha kalın olmayan, oldukça ince, narin ve hafif bir strüktüre sahip. Yaklaşık 169.300 alüminyum parçadan ve led lambadan dantel gibi örülmüş olan yüzey içinde cam bir döşemeye sahip. Gece aydınlatmasıyla daha da belirginleşen arı kovanı yani kafes / küre, tasarımcılarının vurgulamak istediği boşlukta durma, bağlamdan kopma hissini oldukça başarılı bir şekilde deneyimletiyor.

Ziyaretçilere ilginç ve unutulmaz bir deneyim sunan ve bu süreçte düşündüren ve bilgilendiren bir diğer pavyon ise Brezilya pavyonu. Doğanın korunmasına ve doğal üretime dikkat çeken bu pavyon toprağımsı metal bir konstrüksiyon tarafından desteklenen, boşluğa gerilmiş bir ağ sayesinde katılımcılara farklı bir süreç, farklı bir deneyim ve etkileşim alanı sunuyor. (Resim 2) İnişli çıkışlı bir yüzeye sahip olan bu ağın üzerinde yürüyen, oturan, yatan ziyaretçiler bu ilgi çekici süreçte hem eğleniyor, hem de alt kotta devam eden sergi alanını izleme olanağına sahip oluyor. Ağın üzerinde yürümek istemeyenler için ise oldukça rahat bir rampa üst kottaki sergi alanına çıkmayı sağlıyor.

Eski bir Çin felsefesi olan “insanın doğanın ayrılmaz bir parçası olması” durumunu New York’lu mimar Yichen Lu, Studio Link-Arc ve Tsingua Üniversitesi ile ortak olarak gerçekleştirdiği Çin Pavyonu tasarımında yeniden yorumluyor. Farklı renklerde yanıp sönen led ışıklar, kent siluetini ve ekin tarlalarının doğal peyzajını simgeliyor. Bu mekânın üstünü örten dalgalı bir ahşap konstrüksiyon çatı örtüsünü taşıyor. (Resim 3) Farklı renklerde sürekli olarak değişen bu etkileyici atmosfer uyum içinde geleneksel ahşap yapı ile bütünleşiyor. Tasarımın felsefesinde insan hayatındaki teknolojik gelişmelerin doğayla uyum içerisinde olabileceği anlatılıyor. Bu bağlamda mimari tasarımda geleneksel malzemenin yeni teknolojiyle, farklı biçimde inşa edilmesi vurgulanıyor.

Ülke pavyonlarının yanı sıra dikkat çeken önemli pavyonlardan birisi de Daniel Libeskind tarafından tasarlanan Vanke Pavyonu. Expo’nun temasına uygun olarak tasarlanan pavyon, Çin kültürüne ait geleneksel yemek, yemek mekânı ve peyzajından esinlenerek tasarlanmış simgesel bir yapı. Yapının dinamik formu, dış mekândan iç mekâna doğru akan sirkülasyon elemanıyla da vurgulanıyor. Metaforik olarak bir ejderi andıran bu dinamik form, kullanılan yüzey malzemesinin parlak kımızı rengi ve üst üste binen seramiklerin oluşturduğu akışkan yüzey ile güçlü bir imgeye sahip duruyor.

Basit bir yapı malzemesiyle yaratılan zengin yüzey örüntüsü ve iç mekân tasarımlarıyla en akılda kalıcı pavyonlardan bazıları da Polonya ve Japon Pavyonları. Konstrüksiyonları ve malzemeleriyle etkili bir mimariye sahip olan bu pavyonlar başarılı dış mekân kurgularıyla da öne çıkıyor. Ziyaretçileri dış mekândan iç mekâna yönlendiren, farklı kotlarda oluşturulan rampalar ve teraslar pavyonu deneyimleme biçimini ve sürecini tanımlıyor. Her iki pavyon da ziyaretçiyi merak uyandıran bir yolculuğa davet ediyor. Bu süreçte sürprizli mekânlar ve etkinlikler deneyimi daha da ilginç ve sürükleyici kılıyor.

En fazla üstünde konuşulan, yazılan ve tartışılan pavyonlar arasında yer alan Almanya ve İtalya Pavyonları hem tasarımlarıyla, hem de teknolojik vurgularıyla geleceğin mimarlığına yön veriyor. Schmidhuber Architects tarafından tasarlanmış olan Almanya Pavyonu bir tohumunun filizlenmesi gibi bir fikrin gerçeğe dönmesini sembolize eden “fikir ağaçları”nı ortaya koyuyor. Fotovoltaik teknolojinin zirvesinde yer alan ve Alman ustalığıyla tasarlanan kanopiler fikir ağaçlarını temsil ediyor. Gelecek nesil güneş enerjisi teknolojisini bu kanopilerde görmek mümkün. Şeffaf güneş panelleri gündüz gün ışığının rahatça alınmasını sağlarken, gece de gündüz saatlerinde depolanan güneş enerjisiyle kanopileri aydınlatıyor. Hem estetik bir görsellik, hem de işlevsel ve teknolojik bir özellik ortaya çıkıyor. Gelecek için güvenilir, sürdürülebilir ve ekonomik bir enerji olan güneş enerjisinin mimari tasarımla birlikte estetik ve mekânsal bir imgeye döndüğünü görüyoruz. (Resim 4)

İtalya Pavyonu’nun bir parçası olan Palazzo Italia yapısı Nemesi & Partners tarafından tasarlanmış. Bir sepet gibi yapıyı saran beton paneller hem farklı bir imgeye, hem de teknolojik bir özelliğe sahip. Işıkla buluştuğunda aktive olan bir teknolojiyle bu yüzeylerin havadaki kirliliği azalttığı savunuluyor. Teknolojik vurgusunun yanı sıra zengin mekân kalitesiyle de etkileyici bir tasarım. Yapının davetkâr boşluklarından iç avlusuna geçildiği zaman, hantal ve kütlesel dış görünümüne karşın son derce hareketli, dinamik ve akışkan bir iç mekâna sahip olduğu görülüyor. İç avluda, yapının sunduğu boşluklarda farklı kotlarda yer alan etkinlikleri ve pavyonu gezen kalabalığı izlemek mümkün. (Resim 5)

Türkiye Pavyonu “geleceğin gıdası için tarihin irdelenmesi” temasını vurguluyor. Ura Stüdyo tasarımı olan pavyon Anadolu’nun tarihî ve coğrafi önemini, kültürel çeşitliliğini ve zengin mirasını gözler önüne sermekte haklı bir çabaya sahip. Ancak bu sergileme biçimi Anadolu’nun derin tarihî birikiminin, kültürünün, geleneğinin ve felsefesinin güçlü öğretisinden uzak ve yüzeysel kalmış görünüyor. Zamansız ve yersiz çok çeşitli tarihsel ve kültürel değerin; “Selçuklu Yıldızı”ndan, “Çeşm-i Bülbül”e, şadırvandan, Türk evine, Anadolu sofrasından “Göbekli Tepe”ye, belli bir söylem çerçevesinde değil de adeta etnografik bir sergi ya da bir dekor niteliğinde biraraya geldiğini görüyoruz. Aslında metaforik bir imge olarak seçilen “nar” bunca çeşitliliği, farklılığı ve değeri mükemmel bir bütün içinde biraraya getiren güçlü bir sembol olarak çok doğru seçilmiş. Ancak sergilemedeki çeşitliliğin kavramsal altyapısı, düşüncenin mimari olarak söylemsel inşası bu süreçte ne yazık ki izlenemiyor. Dolayısıyla ortaya çıkan tasarım “nar” gibi kendine özgün, biricik ve mükemmel değil, nar taneleri gibi farklılıkları seçilemeyen, değerleri birbirinden ayırt edilemeyen, özgünlükleri göz ardı edilmiş imgeler yığınına dönmüş. Tabii ki bu süreçte gelecek için nasıl bir entelektüel önerme olduğunu da anlamak çok zor. Sergilemedeki anlam bütünlüğünün ve süreklilik eksiliğinin yanı sıra serginin adeta serpiştirildiği pavyonda açık ve örtülü olmayan alanın çok fazla olmasının, aşırı sıcakta ya da yağışlı günlerde ziyaretçiler için rahatsız edici olması da kaçınılmaz. Sonuçta Türkiye Pavyonu farklı etkinlik ve sergilere, zengin Türk mutfağını tanıtan restoran ve kahvehaneye, değerli bir kütüphaneye evsahipliği yapıyor, Türkiye’ye özgü doğal yapı malzemelerini, geleneksel sanat eserlerini sergiliyor, ancak farklı ve özgün bir tasarım, yeni bir keşif ve deneyim mekânı sunmuyor. (Resim 6)

Expo Milano 2015 fuarı her gün binlerce ziyaretçinin gece gündüz akınına uğramaya devam ediyor. Mimarlığın disiplinlerarası, eleştirel ve özgün kuramsal yapısı her pavyonda farklı bir mimari söylem ve felsefeyle, farklı bir teknoloji ve estetikle ortaya konuyor. Benzer temalarda birbirinden çok farklı birçok etkinlik ve sergi düzenleniyor, birçok farklı deneyim yaşanıyor. Bu süreçte mimarlık yeni karşılaşmalara, etkileşimlere ve deneyimlere, farklı ulusların ve kültürlerin buluşmasına ortak bir zemin hazırlıyor. Bu mekânların pek çoğu geleceğin tasarımlarına ışık tutuyor, yön ve cesaret veriyor.

UMM Uludağ Mimarlık Müşavirlik, Tüm Hakları Saklıdır. © 1987-2024