Bugün çağdaş bilgi ve deneyimlerin yeni kavram, araç ve tektoniklerle birlikte ele alındığı bir süreçtir mimarlık. Bilgi ve iletişim teknolojileri ile dijital teknolojilerdeki gelişim, mimari düşünce, söylem ve tasarlama biçimlerini değiştirmiştir. Değişmeyen en önemli bileşeni ise yine mekandır.
Mekan içinde yaşadığımız, gündelik yaşam pratiklerimizle şekillenen ve varlığımızın izlerini taşıyan bir ‘yer’ olarak tanımlanabilir. Bu açıdan bakıldığında, her çağın her dönemin kendine özgü mekan anlayışı onu biçimlendiren bir yaşam biçimi, politik, etik, estetik, inanç ve ilkeleri vardır. Dolayısıyla mimari tasarımda mekan sadece uzaydaki boşluğu tanımlayan düzlemlerden ibaret soyut bir mekan değil, sosyal ve fiziksel boyutu olan bir yerdir. Bu nedenle mimarlık söylemimizde mekan ancak sosyal etkileşim ve eylemlerle açıklanabilir ve içeriği kavramsallaştırılabilir.
Mimarlık özünde bir eyleme, tasarlamaya ve tasarlananı inşa etmeye yönelik olduğu için; yani salt düşünsel bir etkinlik olmadığı için sanata ve felsefeye olan mesafesi, mühendislik bilimlerine olan mesafesiyle aynıdır. Bu nedenle mimarlık, sanat ve felsefe gibi disiplinler ile geliştirdiği ilişkilerin yanı sıra ekonomiden teknolojiye birçok çağdaş parametreyle sürekli olarak yenilenmektedir.
Dolayısıyla mimarlık duyarlılığa ve düşünceye dayanan felsefesi bir olgudur. Yere, kültüre, gündelik yaşama ve teknolojiye karşı duyarlıdır. Kavramsal bir altyapısı vardır. Bir ustalık ve yaratıcılık ister. Sadece mimari programın gereklerini ve işverenin isteklerini karşılamanın yanı sıra kente ve doğaya karşı da oldukça duyarlıdır. Kentsel kamusal alanın olanaklarını yaratıcı bir tasarım yaklaşımıyla değerlendirmeyi hedefler.
Tasarım kavramsal ve yaratıcı bir süreçtir. Mimarlığı var eden yaratıcılık tarihsel, sosyolojik, kültürel ve teknolojik süreçlerin bütünüdür. Ancak yaratıcılığın vazgeçilmezi sağduyudur. Sağduyu her zaman tasarımcı olanın yani mimarın güncel olanın ruhunu yansıtma biçimidir. Mimarlık sonuçta rasyonel, teknolojik ve somut bir ürün olsa da içinde o tasarımı meydana çıkartan duyguların, beklentilerin, arzuların ve hayallerin güçlü örüntüsü durur. Geometri yalnızca mimarın mekanı biçimlendirmesi için bir araçtır. Anlam ise her zaman mekanın içindeki yaşantıda saklıdır. Diğer bir deyişle mekana anlam katan yaşantıdır. Bu bağlamda mimarlık gündelik hayatın olanaklarını yeni tasarım yaklaşımlarıyla birlikte güçlendirir.
Mekan üzerine yapılan tüm kavramsal çalışmalar mekanın özünün zaman-mekan ilişkisi bağlamında sorgulanmasını önerir. Kent mekanları sosyal ilişkilerle örülür. Her toplumun gündelik yaşantısı kentsel mekanını üretir ve şekillendirir. Dolayısıyla insan peyzaj ilişkisinin kültürel bir bağı vardır ve sosyal bir olgudur. Tüm sosyal süreçler mekansaldır. Kendileri mekanı üretirler ve dönüştürürler. Bu dönüşüm sürecinde mekan, kavramsal ve biçimsel olarak yeniden yapılanır.
Tasarım mekanın sorgulandığı, programın yeniden yorumlandığı bir süreçtir. Dolayısıyla tasarım bağlamsaldır. ‘Yer’in ruhuna, estetik değerlere, sanata ve kültüre bilinçli yaklaşmayı gerektirir. Toplumsal sorumluluklarının bilinciyle hareket etmek ve teknik doğrulara önem vermek gerekir. Tasarım problemini ele alırken, doğru işlevsel çözümleri aramak, gündelik yaşantının pratiklerinden öğrenmek demektir. Bu bağlamda mimarlık problemi çözmek ve sonucu bulmak değil problemi sorgulayıp süreci tasarlamaktır.
Sonuç olarak yaratıcı tasarım mimarlığın yalnızca teknik ve ekonomik bir meseleye indirgenemeyeceği ve biçimsel kaygılarla üretilemeyeceği düşüncesine dayanır. Özgün tasarımlar üretmek, ancak kavramsal çerçevesi, felsefesi ve estetik söylemi olan bir mimarlıkla gerçekleşebilir. Bizim için tasarım her zaman kavramsal ve maddesel olanın, soyut ve fiziksel olanın, hayal ve gerçek olanın, geleneksel ve yeni olanın arasında deneyimlenen bir yolculuktur. Mimarlık bizim için bir yaşam tarzıdır.